5/13/2007

Memur Bey İnanın Bir Şey Çalmadım Savunma2



Her şeyden önce bütünlük açısından (bkz: memur bey inanın bir şey çalmadm savunma1)

Bugün aldığım iki lp.'yi söyleyince bu tip bir savunma için bana hak vereceğinizi düşünüyorum. "Darkness on the edge of Town" ve "Home&Abroad". Heyhat! Son 15 sene içinde müzikal açıdan hiç bir gelişme olmamış hayatımda. 2007 yılında hala daha parasını Springsteen ve Weller plaklarına harcayan kaç kişi tanıyorsunuz ki? "Uzay 1999"'un üzerinden tam 8 sene geçmiş ve hala atmosferin dışına çıkamadım.

Memur Bey, bir şey çalmadım bir türlü inandıramıyorum size. Dilerseniz en baştan anlatayım. Her şey Anıl'ların evinde başladı. Ağabeyinin kasetlerini karıştırırken. O arzu nesnesi ile karşılaşmam bir tür milat sayılabilir. Bruce Springsteen and the E-Street Band Live 1975-1985 Hala heyecanlanıyorum kapağına bakınca. 3 kasetlik bir kendini keşfetme öyküsü. O zamana kadar müzik bana çok bir şey ifade etmiyordu. Yani tamam dinliyordum. Ergenliğe, fazla kilolara, kızlara ve satrançta yenilmeye öfkeliydim. Bu yüzden heavy metal dinlior ve testesteron salgılıyordum. Bu yüzden şarkı sözlerini değil cazır cuzur gitarları dinliyordum. Hikayeler önemli değildi. Onlar okunan şeylerdi ve dünyanın en güzel hikayelerini de Boston'lu yaşlı bir adam yazıyordu. Edgar A. Poe. Daha fazlasına ihtiyacım yoktu. Edgar Bey ve Iron Maiden. Ama ne olduysa Patron ve tayfasının 10 sene boyunca verdikleri konserlerden seçmeleri barındıran o kutsal nesneyi dinlediğimde oldu. Benim ağabeyim yoktu. Kardeşim de yoktu. Ölesiye tek çocuktum ve ne halt bulursam bir şekilde tek başıma buluyordum. Springsteen dinlemek için bir ağabey sahibi olmak gerekiyormuş. Çok geç olmadan bunu öğrenmiş ve o bunun farkında olmasa da Anıl'ın ağabeyini ödünç almaya başlamıştım. Ağabeyi de bunun farkında değildi ama kasetleri farkındaydı sanırım. Neyse uzatmanın alemi yok. The river, Badlans, Racing on the streets, Thunder road, Born to run, The promised land. Şimdilerde tuhaf geliyor ama internet olmadığı için şarkı sözlerini bulmak hiç kolay değildi. Bu yüzden kasetleri ileri geri sararak anlayamadığım yerleri öğrenmeye çalışıyordum. Anadolu Lisesi İngilizcem yettiği kadar (Gülçin Şendil isimli bir İngilizce öğretmeni ile buna mucize yaratmak bile denebilir) en azından genel hatlarıyla bu beyaz tshirtlü adamın neler anlatmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Aslında vakit alıyordu ama gördüğünüz üzere 15 senedir bu işe zaman ayırmaya devam ediyorum ve yapacak daha iyi pek az şeyim var.
Birden bir şeyler değişmeye başlamıştı. Müzik ve kadınlar değişiyordu. Artık hikayeler dinliyordum. Hepsinde kendimden bir şeyler bulabildiğim söylenemez ama en azından daha kişisel şeylerle ilgilenmeye başlamıştım. Aynı dönemlerde Zülfü Livaneli'nin Merhaba'sını da dinlemiş ve "Vuruldum ey Halkım" demiştim. Ama bu başka bir savunma konusu. Konuyu dağıtmayayım Memur Bey, nerede kalmıştım evet daha kişisel şeyler diyordum. Kesinlikle çok daha kişisel şeylerle ilgilenmeye başlamıştım. Bu kişisel şeylerin başında da Müzik geliyordu. Benim müziğim diyebileceğim şeyler. Asosyal şeyler. Zaten bir imkanım olmasa da kitle ile paylaşmaya niyetimin olmadığı, kendime sakladığım şeyler. Springsteen bunların başlangıcı oldu. Bu başlangıç The Smiths'e kadar sürecekti.
The Smiths hakkında şunu söylemek belki biraz iddialı olacak ama sanırım söylemezsem yeterince açık olmadığımı düşüneceğim ve Memur Bey kanundan kaçılmaz değil mi? The Smiths, The Beatles'dan beri dünyanın gençliğinin başına gelen en güzel şey. Elbette B.B ve M.M'de başa gelen bu kadar güzel çekilir şeylerdi ama yine de gençlik deyince nedense aklıma bu ikisi geliyor. Bir kere Morrissey denilen adam herşeye ayar veriyordu. Hem de bunu o kadar şık yapıyordu ki. İngilizdi. Hatta fazlasıyla İngilizdi ve bu o zamanlar bu benim için şimdi olduğundan çok daha fetiş bir durumdu. Düşününce bir gencin bir milleti bu kadar ikonik bir hale getirmesi çok saçma ve tehlikeli geliyor bu yüzden "This is England" beni çok çok etkiledi ve artık İngilizlerin kabullenemedikleri İngilizleri seviyorum. Yine de Maradona o meşhur Tanrı'nın elini başka bir ülkeye göstermiş olsaydı onu daha çok severdim diyebilirim. Neyse insan her zaman akıllı uslu cümleler kuramıyor. Bu kısmı dilerseniz kayıtlardan çıkabiliriz Memur Bey. Efendim? Kalsın mı? Tamam siz nasıl isterseniz sayın kanun koruyucu. Size Chuck Norris diyebilir miyim? Tamam. Pekala kızmayın devam ediyorum.

The Smiths diyorduk. Tamam Bruce süper bir insandı. Harika şarkılar söylüyordu ve romantizmi çamurdan değildi. Basit ve her haliyle kabul edilebilirdi. Üzerinizden akmıyordu. Ama nasıl diyeyim. Biraz fazla maskülendi. Efendim? Erkeksiydi memur bey. Yok hayır ben eşcinsel değilim ama ne biliyim sanki taşaktan daha önemli organlar var gibime geliyor. Yok yok kalp ve beyin demiyeceğim. Ne bileyim akciğerde önemli bir organ. En güzel organ organdır desem çok mu kötü bir kelime oyunu yapmış olurum dersiniz? Bari bunu kayıtlardan çıkarsaydık. Bakın görüyorsunuz The Smiths'in adını anmak, cümle içinde kullanmak ve bunun yanına Steven Patrick'ten bahsetmek bile insanın kafasının farklı oyunlar oynamak istemesine yetiyor. Biliyorum Springsteen ve gizli maçoluk bahsini kapatmaya çalışıyorum. İtiraf etmeliyim ki oldukça dikkatlisiniz memur bey. Moz, Keats'le Yeats'i sen al Wilde bana yeter diyordu. Tanrı biliyor ki sefilim diyordu çekinmeden. Bu konuda dinleyiciyi ikna etmek için o kadar güzel kelimeler seçiyordu ki kendi sefaletinizle gurur duymaya başlıyordunuz. Çok sıcak yazlar geçiyordu hayatımda. Gerçekten çok az arkadaşım vardı (hala daha öyle ama sarkazm bana fazlasıyla yetiyor, Morrissey sağ olsun) ve bu kıçından orkideler sarkan zayıf İngiliz bana bunda yanlış bir şey olmadığını anlatıyordu. Belki de anlatmıyordu ama ben müziğinden bunu anlıyordum. Belki yıllar boyunca herşeyi yanlış anladığımı söylebilirsiniz ama buna "o kadar salak mısın?"dan daha ince bir ayar cümlesi bularak bile cevap verebilirim. Polemiğe girmek istemiyorum ama girersem ağlarsın. Neyse anlatacak o kadar çok şey var ki daha bugün aldığım ikinci plaktan bile bahsedemedim. Yoruldum Memur Bey. Bir sigara molası versek. Bu arada gerçekten donut yiyor musunuz?

Hiç yorum yok: