5/15/2007

Dünyanın en güzel şarkısı 1

Başlığa bakıp aldanmayın, bu Cezmi Ersöz, Tuna Kiremitçi ve Kürşat Başar'ın ortaklaşa yazdıkları bir aşk romanı değil. Bu yazı en yalın anlamıyla dünyanın en güzel şarkısı üzerine. Elbette sanat derler mutlak tanımı bile şüpheli (en azından yüzyıllardır tartışmalı) konuda beğenilerin, "en"lerin tartışalamayacağını, tartışılsa bile kimseyi ikna edemeyeceğini gayet iyi biliyorum. Zaten burası da son derece kişisel bir sanal mental mastürbasyon alanı olduğuna göre haliyle bu uzun girizgahı bitirip dilim yettiğince bahsedeceğim "dünyanın en güzel şarkısı" da benim için dünyanın en güzel şarkısı olacaktır. İlkokul 3 kompozisyonu gibi başladığımızın farkındayım dilerseniz internette çok daha yaratıcı ya da çok daha faydalı şeyler bulabilirsiniz. Ama yok burada keyfim yerinde ve google'a ya da stumbleupon benzeri çok süper web sitesi bulma aparatına dönmek için çok yorgunum diyorsanız bunu bir nevi köprüden önce son çıkış uyarısı olarak kabul edin. Yasal bir uyarı değil ama yine de en azından kullanma kılavuzunun bu tek maddesini sonuna kadar okuduğunuz için uygar dünya adına teşekkür ederim. bu paragrafın son cümlesi nokta

Benim için dünyanın en güzel şarkısı eskiden ortalama bir ya da iki senede bir değişirdi. Şimdilerde her ay değişiyor. Bu tempo ile devam edersem sanırım bu süre kısa zamanda bir haftaya inecek. Bir haftanın altına düştüğünde ise otomatik olarak kulaklarımın ve beynimin oto-kontrol mekanizması devreye girecek ve sinir sistemim yeşil koda geçecek. Bir günün altına inildiğinde ise mavi kod durumuna geçileceğini teoride biliyorum. Pratikte bir uygulaması olmadı henüz ve umarım da yaşamam. Ama diyelim ki kişisel "dünyanın en güzel şarkısı"nın değişme süresi bir saatin altına düştü. O an kırmızı kod durumu aktif olacak ve yukarıda yazılı olan ya da olmayan hiçbir şeyden sorumlu olmayacağım. Protokol gereğince pazenadam beni gözetim altına alacak ve büyük ihtimalle dış dünya ile bilinçli tüm ilişkim sona erecek. Biz bu duruma literatürde kayıp cinnet hali diyoruz. Siz isterseniz "delirme" diyebilirsiniz. Zira google'da "kayıp cennet"i ararken ufak bir tapaj hatası yaptıysanız ve bu tapaj hatası sonucu (statscounter kullanıyorum ve buraya nasıl ve nereden geldiğinizin farkındayım beni kandıramazsın sevgili okur) kendinizi burada bulduysanız saat başı dünyanın en güzel şarkısı tanımı değişen bir adamın yazdıklarını umursayacağınızı da sanmıyorum ama gene de tıpkı bir önceki paragrafta geçen, herhangi bir yasal düzenleme nedeniyle değil tamamen vicdani gerekçelerle yazılmış uyarıyı kaale aldığınız gibi yazarın kendi ruh sağlığını korumak için kendince düzenlediği oto-kontrol programınında farkında olmanızı istedim. Bu konuyla dolaylı ve hatta fazlasıyla dolambaçlı ilgili paragrafın sonu da bu sözcüklerle gelmekte nokta


Tam olarak zamanı hatırlamıyorum ama sanırım ilkokulun sonlarıydı dünyanın en güzel şarkısı benim için "Englishman in New York"tu. Gazza ve Kral Arthur efsanesi yüzünden her yerde İngiltere'yi tutuyordum ve o zamanlar en İngiliz şarkı buydu. En İngiliz olması da benim için dünyanın en iyi şarkısı olmasına yetiyordu. Sting'in adını biliyordum. O dünyanın en iyi şarkısını söyleyen şarkıcıydı. Doğru mantık yürütürsek bu da onu dünyanın en iyi şarkıcısı yapıyordu. Aynı zamanlarda Prekazi dünyanın en büyük futbolcusu, Starwars dünyanın en harika filmi, Alf dünyanın en komik ev hayvanı ve Prekazi'de dünyanın en iyi insanıydı. Prekazi'yi iki kere mi saydım? Ne yani Rıdvan Dilmen mi diyecektim? Rıdvan Dilmen gücün karanlık tarafında oynuyordu ben Obi Wan'ı seviyordum.

Bu kadar kamuya açık bir alanda Englishman in New York'tan bahsederek kendimi yeterince aşağılıyorum zaten bir de daha eskiye dönüp Lambada'yı ne size ne de kendime hatırlatmanın daha fazla acıdan başka bir şey getirmeyeceğini biliyorum. Bu yüzden google'da "lambada" "englishman in new york" ve "dünyanın en güzel şarkısı" yazarak harika şeyler bulmak isteyenler ve bu sayede bu siteye düşenler için bir sürprizim var şu karışık nokta nokta resme dikkatlice bakın ve resimdeki piyanoyu bulana kadar gözlerinizi ayırmayın, biz ise google üzerinden harika şeyler bulmayı umanları resimdeki sözde piyanoyu bulma umuduyla başbaşa bırakıp bir başka paragraf başı yapalım nokta


Anadolu Lisesi sınavında Ataköy'de bir okulu kazanacak kadar puan biriktirmiş ve biriktirdiğim tüm bonusları harcayarak ortaokula başlamıştım. Hayatım harika değildi ama bir Amiga 500'üm vardı. Dünyanın en harika şarkısı benim için hala Englishman in New York'tu. 80'ler geçmişti bense 80 kiloya hızla yaklaşıyordum. Eşofman giyiyordum ve yazları çok terliyordum. Harika basketbol oynadığımı düşünüyordum ve Lapseki'de güzel bir meşin topum var diye maçlara dahil ediliyordum. İlkokulda daha popülerdim şimdi ise daha şişman.

24 Eylül 1991’de Seattle denen yağmurlu Kuzey Amerika şehrinden acaip birşey çıktı. Havuzun içinde pipisi gözüken bir bebek iple bağlanmış bir doların peşinden gidiyordu. Dünyanın en harika şarkısı artık Smells like teen spirit'ti. Hem yaz kış bot giyen "grunge" kızlarla da bu şarkı sayesinde iletişim kurabiliyordum. Sting'e göre hala şişmandım ama ergenlik mi ne işte o döneme girdiğimden garson boydan erişkinliğe doğru hızla yol alıyordum. Nirvana çalıyordu ben söylüyordum. Somurtkan ve aksiydim ama olsun Tiffany and Tomato'dan sarı kırmızı oduncu gömlekleri giyiyordum.

Gerçekten amacım 80'ler 90'lar nostaljisi yapmak değil. Zaten 80'ler bittiğinden beri 80'ler nostaljisi, 90'lar bittiğinden beri de 90'lar modasıdır gidiyor. Benim bu tip ucuz numaralara prim vermeyeceğimi biliyor olmalısınız. Kokuşmuş popülizm'in kahrolası ellerine beynimi teslim etmeyeceğime yıllar önce yemin ettim. Ama Bir Ah Canım Ahmet vardı ne oldu ona? Diyerek kendi kendimle çelişirken güldüreyim mi? Güldürürken işetmek mi yoksa düşündürürken somurtmak mı? Ya da bilmiyorum ne kadar gereksiz bir bölüm oldu bu diye düşünenlere verecek cevabım "dünyanın en iyi şarkısına doğru yaptığımız bu destansı yolculukta her şeyin bir şeyi var" olacaktır nokta ve az sonra paragraf başı nokta

1994 yılında Kurt Cobain Courtney Love'a ve dünyanın geri kalanına daha fazla dayanamayarak beynini dağıttı. Benim de Iron Maiden ile tanışıklığım yaklaşık ikinci yılına girdi. Dünyanın en güzel şarkısı bir süredir "Hallowed be thy name"di. Çanlar çalıyor çift gitarla NWBHM'nin kitabı yazılıyordu. Gerçi o kitap çoktan yazılıp bitmişti ama bizimki gibi geri kalmış (çok pardon gelişmekte olan) ülkelere iki dünya kupası gecikmeli geliyordu. Olsundu. Buna da şükürdü. Benim memurum işini bilirdi. Yollar yürümekle aşınmazdı. Urfa'da Okusford vardı da o mu okumamıştı? Yıldırım Akbulut denen bir adam başbakanlık yapmıştı.

Lise ikideydim. Artık inceden başkalaşmıştım. Daha önce gene buralarda bir yerlerde bahsettiğim üzere Bruce Springsteen ile tanışmıştım. Gene buralarda bir yerlerde daha önce de bahsettiğim üzere Kaybedenler kulübü tribiyle sağa sola "çok yalnızım" atıyordum. Bir kaç yaz boyunca üzerinde yecüc mecüc resimleri olan kötü baskılı siyah tshirtler giymekten sırtım sivilce içindeydi. Ergenlik haşin geçiyordu ama sonlara doğru geldiğimi hissediyordum. Dünyanın en iyi şarkısı "The River" Gördüğünüz gibi aslında ilkokuldayken bu payeye sahip olan şarkı lise'de bu sıfata sahip olan şarkıdan daha yeni. Buna tarihin cilvesi ve kronolojinin bir bilim olmaması diyerek bu mantık hatalarını bir kenara koyuyoruz. Nick Hornby'e selam ediyor ve sıralamalarımız kronolojik ya da alfabetik değil tamamen otobiyografik diyoruz nokta

Lise son. Dünyanın en iyi şeyi alkol. Votka insalığın geldiği son nokta. Ha bir de tarih yazıyorum. Şöyle ki aşığım. Dünyanın en güzel şarkısı "where the wild roses grow". Hayır yani kimseyi öldürmek istemiyorum ve o da Kylie'ye benzemiyor tam olarak ama bunun bir cinayet değil de bir aşk şarkısı olduğuna kendimi öyle kaptırmışım ki peygamber vitesinde gidiyorum. Her aşk bir cinayet, her cinayet bir aşktır diye saçmalacağımdan korkmayın sakın. Artık büyüdüm ve bunu büyük kafasıyla yazıyorum o yüzden panik yapmayın çoğunlukla zararsızım ama o günlerde kendimce çok "pis" içiyorum. Çok içki içtiğimi göstermeye çalışıyorum ve çoğunlukla da sıçıyorum. Haydi artık üniversite başla diyorum. Şimdilerde wikipedia üzerinden hayatın anlamını aradığımız gibi o zamanlarda üniversitede herşey harika olacak diyorum. Ama şimdiden yazının geri kalanıyla ilgili bir spoiler vereyim de inceden keyfiniz kaçsın; üniversite de bir bok bulamıyorum. Üstüne üstlük artık "where the wild roses grow"a tahammül dahi edemiyorum. Es kaza orada burada çalarsa kanal/şarkı/otobüs/taksi/ev/bar değiştiriyorum. Yok yok kadını hatırlattığından değil yanlış anlamayın düz kötü bir şarkı olduğundan gülen surat nokta

Üniversiteye üzerimde New Model Army thsirt'üyle başlıyorum ve büyük hayal kırıklığı benden başka kimse NMA dinlemiyor. Hala da çok fazla kişi dinlemiyor ve bu artık sorun değil. Dünyanın en harika şarkısının ne olduğu konusunda eskisi kadar emin değilim. Cem Karaca Tamirci Çırağı diyor ve ben "vuruldum ey halkım" diyorum. Müzikle biraz aramız açılıyor. Sadece Türkiye'yi değil dünyayı kurtarabileceğimizi düşünüyorum. Kişiselden uzaklaşıp daha toplumcu şeyler dinliyorum. High Fidelity sinemada oynuyor ama ben kuşbeyinliliğimden o bir John Cusack filmi diye vizyondayken izlemiyorum yıllar sonra haldır haldır dvd'sini arıyorum. Buraya da kayda değer bir foto bulup koymuyorum. Ne yani Grup Yorum resmi mi koyayım. Google'da borcam aratıp bu siteye gelenler, grup yorum resmi aratıp gelenlerden daha eğlenceli olabilir diye düşünüyorum. Evet farkındayım çok haksızlık ediyorum özür dilerim. Foto koyuyorum kimin umurunda bilmiyorum nokta Hey! ordaki fark ettin mi (okurla konuşma tribi)? Foto bu sefer solda anladın sen onu şşşşş.....

Lisedeyken uykumun kaçıp radyoda ilk Jethro Tull duyduğum zamanı ve ardından dünyanın en güzel ve en uzun şarkısını "Thick as a Brick" ilan edişimi, Raindogs'u nereden nasıl ilk dinlediğimi pazenadam'la "paint it paint it paint it black!!!" diye anırarak Ataköy'de taklalar atmamızı burada sadece adlarını anarak geçiyorum.

Yazmaktan yoruldum. Bunun adı 1 olsun 2'si 3'ü daha sonra gelsin...

Şimdi de sıra son günlerdeki "Dünyanın en güzel şarkısı"na gelsin ama şurası kesin ki yukarıda bahsettiğim şarkılardan hiçbiri kadar özel bir şarkı değil. Bir şekilde tüketeceğim ve geri dönüp baktığımda "hmm iyi şarkıymış kimdi bu?" falan diyeceğim.

Not: Orjinalini de cover'ını da seviyorum. İkisi de dünyanın en güzel şarkısı.