Benim için dünyanın en güzel şarkısı eskiden ortalama bir ya da iki senede bir değişirdi. Şimdilerde her ay değişiyor. Bu tempo ile devam edersem sanırım bu süre kısa zamanda bir haftaya inecek. Bir haftanın altına düştüğünde ise otomatik olarak kulaklarımın ve beynimin oto-kontrol mekanizması devreye girecek ve sinir sistemim yeşil koda geçecek. Bir günün altına inildiğinde ise mavi kod durumuna geçileceğini teoride biliyorum. Pratikte bir uygulaması olmadı henüz ve umarım da yaşamam. Ama diyelim ki kişisel "dünyanın en güzel şarkısı"nın değişme süresi bir saatin altına düştü. O an kırmızı kod durumu aktif olacak ve yukarıda yazılı olan ya da olmayan hiçbir şeyden sorumlu olmayacağım. Protokol gereğince pazenadam beni gözetim altına alacak ve büyük ihtimalle dış dünya ile bilinçli tüm ilişkim sona erecek. Biz bu duruma literatürde kayıp cinnet hali diyoruz. Siz isterseniz "delirme" diyebilirsiniz. Zira google'da "kayıp cennet"i ararken ufak bir tapaj hatası yaptıysanız ve bu tapaj hatası sonucu (statscounter kullanıyorum ve buraya nasıl ve nereden geldiğinizin farkındayım beni kandıramazsın sevgili okur) kendinizi burada bulduysanız saat başı dünyanın en güzel şarkısı tanımı değişen bir adamın yazdıklarını umursayacağınızı da sanmıyorum ama gene de tıpkı bir önceki paragrafta geçen, herhangi bir yasal düzenleme nedeniyle değil tamamen vicdani gerekçelerle yazılmış uyarıyı kaale aldığınız gibi yazarın kendi ruh sağlığını korumak için kendince düzenlediği oto-kontrol programınında farkında olmanızı istedim. Bu konuyla dolaylı ve hatta fazlasıyla dolambaçlı ilgili paragrafın sonu da bu sözcüklerle gelmekte nokta

Tam olarak zamanı hatırlamıyorum ama sanırım ilkokulun sonlarıydı dünyanın en güzel şarkısı benim için "Englishman in New York"tu. Gazza ve Kral Arthur efsanesi yüzünden her yerde İngiltere'yi tutuyordum ve o zamanlar en İngiliz şarkı buydu. En İngiliz olması da benim için dünyanın en iyi şarkısı olmasına yetiyordu. Sting'in adını biliyordum. O dünyanın en iyi şarkısını söyleyen şarkıcıydı. Doğru mantık yürütürsek bu da onu dünyanın en iyi şarkıcısı yapıyordu. Aynı zamanlarda Prekazi dünyanın en büyük futbolcusu, Starwars dünyanın en harika filmi, Alf dünyanın en komik ev hayvanı ve Prekazi'de dünyanın en iyi insanıydı. Prekazi'yi iki kere mi saydım? Ne yani Rıdvan Dilmen mi diyecektim? Rıdvan Dilmen gücün karanlık tarafında oynuyordu ben Obi Wan'ı seviyordum.

Anadolu Lisesi sınavında Ataköy'de bir okulu kazanacak kadar puan biriktirmiş ve biriktirdiğim tüm bonusları harcayarak ortaokula başlamıştım. Hayatım harika değildi ama bir Amiga 500'üm vardı. Dünyanın en harika şarkısı benim için hala Englishman in New York'tu. 80'ler geçmişti bense 80 kiloya hızla yaklaşıyordum. Eşofman giyiyordum ve yazları çok terliyordum. Harika basketbol oynadığımı düşünüyordum ve Lapseki'de güzel bir meşin topum var diye maçlara dahil ediliyordum. İlkokulda daha popülerdim şimdi ise daha şişman.
24 Eylül 1991’de Seattle denen yağmurlu Kuzey Amerika şehrinden acaip birşey çıktı. Havuzun içinde pipisi gözüken bir bebek iple bağlanmış bir doların peşinden gidiyordu. Dünyanın en harika şarkısı artık Smells like teen spirit'ti. Hem yaz kış bot giyen "grunge" kızlarla da bu şarkı sayesinde iletişim kurabiliyordum. Sting'e göre hala şişmandım ama ergenlik mi ne işte o döneme girdiğimden garson boydan erişkinliğe doğru hızla yol alıyordum. Nirvana çalıyordu ben söylüyordum. Somurtkan ve aksiydim ama olsun Tiffany and Tomato'dan sarı kırmızı oduncu gömlekleri giyiyordum.
Gerçekten amacım 80'ler 90'lar nostaljisi yapmak değil. Zaten 80'ler bittiğinden beri 80'ler nostaljisi, 90'lar bittiğinden beri de 90'lar modasıdır gidiyor. Benim bu tip ucuz numaralara prim vermeyeceğimi biliyor olmalısınız. Kokuşmuş popülizm'in kahrolası ellerine beynimi teslim etmeyeceğime yıllar önce yemin ettim. Ama Bir Ah Canım Ahmet vardı ne oldu ona? Diyerek kendi kendimle çelişirken güldüreyim mi? Güldürürken işetmek mi yoksa düşündürürken somurtmak mı? Ya da bilmiyorum ne kadar gereksiz bir bölüm oldu bu diye düşünenlere verecek cevabım "dünyanın en iyi şarkısına doğru yaptığımız bu destansı yolculukta her şeyin bir şeyi var" olacaktır nokta ve az sonra paragraf başı nokta

Lise ikideydim. Artık inceden başkalaşmıştım. Daha önce gene buralarda bir yerlerde bahsettiğim üzere Bruce Springsteen ile tanışmıştım. Gene buralarda bir yerlerde daha önce de bahsettiğim üzere Kaybedenler kulübü tribiyle sağa sola "çok yalnızım" atıyordum. Bir kaç yaz boyunca üzerinde yecüc mecüc resimleri olan kötü baskılı siyah tshirtler giymekten sırtım sivilce içindeydi. Ergenlik haşin geçiyordu ama sonlara doğru geldiğimi hissediyordum. Dünyanın en iyi şarkısı "The River" Gördüğünüz gibi aslında ilkokuldayken bu payeye sahip olan şarkı lise'de bu sıfata sahip olan şarkıdan daha yeni. Buna tarihin cilvesi ve kronolojinin bir bilim olmaması diyerek bu mantık hatalarını bir kenara koyuyoruz. Nick Hornby'e selam ediyor ve sıralamalarımız kronolojik ya da alfabetik değil tamamen otobiyografik diyoruz nokta


Lisedeyken uykumun kaçıp radyoda ilk Jethro Tull duyduğum zamanı ve ardından dünyanın en güzel ve en uzun şarkısını "Thick as a Brick" ilan edişimi, Raindogs'u nereden nasıl ilk dinlediğimi pazenadam'la "paint it paint it paint it black!!!" diye anırarak Ataköy'de taklalar atmamızı burada sadece adlarını anarak geçiyorum.
Yazmaktan yoruldum. Bunun adı 1 olsun 2'si 3'ü daha sonra gelsin...
Şimdi de sıra son günlerdeki "Dünyanın en güzel şarkısı"na gelsin ama şurası kesin ki yukarıda bahsettiğim şarkılardan hiçbiri kadar özel bir şarkı değil. Bir şekilde tüketeceğim ve geri dönüp baktığımda "hmm iyi şarkıymış kimdi bu?" falan diyeceğim.
Not: Orjinalini de cover'ını da seviyorum. İkisi de dünyanın en güzel şarkısı.