7/30/2007

Johnny derler bir kız sevdim


Sene 1983, Mike Scott bir şarkı yazıyor, A girl called Johnny, single olarak yayınlanıyor. Ticari başarı şüpheli. Sene 1983, 4 yaşındayım. Çürümenin başlamasına daha 1 senem var. Muhtemelen Lapseki'de güneşten yanıyor, yeşil molten topumla kendimce mucizeler yaratıyorum. Star Wars bizim memlekete de gelmiş, Johnny isimli kimseyi tanımıyorum. Kadife şortla Han Solo takılıyorum.
Sene 1995, Kent fm 101. Fisherman's Blues'u duyuyorum ve dünya duruyor.
Sene 2001, gecikmeli olarak Horses albümünü dinliyorum ve dünya durduğu yerden gerisin geri dönmeye başlıyor.
The Waterboys'dan Patti Smith'e kişisel gelişim haritası çıkartmak aslında hiç de mantıksız değil, bu geçişken, kronolojik olmayan ve son derece otobiyografik metodolojiyi açıklamak için tam burada bir başka kutsal metine gönderme yapalım sonra devam ederiz:

INT. ROB'S APARTMENT - NIGHT

Rob is surrounded by stacks of records on the floor. He
looks to camera.

ROB
I'm reorganizing my records tonight.
It's something I do in times of
emotional distress. When Laura was
here I had them in alphabetical
order, before that, chronologically.
Tonight, though, I'm trying to put
them in the order in which I bought
them. That way I can write my own
autobiography without picking up a
pen. Pull them all off the shelves,
look for Revolver and go from there.
I'll be able to see how I got from
Deep Purple to The Soft Boys in
twenty-five moves. What I really
like about my new system is that it
makes me more complicated than I am.
To find anything you have to be me,
or at the very least a doctor in
Rob-ology. If you wanna find
Landslide by Fleetwood Mac you have
to know that I bought it for
someone in the fall of 1983 and
then didn't give it to them for
personal reasons. But you don't
know any of that, do you? You
would have to ask me to --

Neyse...

Johnny derler kız. Black as hell, white as ghost. Zenci ruhlu beyaz kadın. Beyaz zenci.

Şimdi gelelim son noktaya: A girl called Johnny'i Mike Scott Patti Smith için yazmış. Zaten Patti Smith'den başkası için yazılabilir miydi emin değilim. Yine de siz siz olun, akıl sağlınız namına başka kadınları oraya monte etmeyin hem size hem şarkıya yazık olur, Patti Smith çarpar.

Buyrun buradan dinleyiverin gari:

7/22/2007

Ağaçkakan tık tık tık...

Bugün seçim günü. Genel ya da özel "seçim" denildiğinde de aklıma yukarıdaki metin geliyor. Sağdan soldan bustrofedon ayna tuttum bana ne bana ne seçimler. Ne derler, hayırlı olsun...

7/04/2007

Bir damper dolusu plastik top peşinde

Express'in bir damper dolusu plastik topu kapağına taşıyıp "Casablanca düğün salonu"nda kurulan partinin haberini verdiği günden beri ilk defa bir genel seçimi bu kadar heyecanla bekliyorum. Bu heyecanın kaynağında ise baraj endişesi olmaksızın, tek ihtiyacımızın yaklaşık 60.000 oy olması. Gel gör ki bu ülkede radikal gazetesinin tirajının tüm yurt genelinde 40.000'i geçmediği gerçeği ile bu biraz zor gibi gözüküyor ama gene de bir umuttur yaşatan insanı gibisinden Bulutsuzluk Özlemleri çekiyor insan ister istemez.
Sol'un tanımının iyiden iyiye yeniden yapılması gereken bir çağda, söylemler giderek birbirine karışırken, kalıplaşmış söylemleri bozmayı kendine şiar edinmiş, eskinin politikada pek de yeri olmayan çevre, eşcinsellik, kadın sorunları gibi konuları da kendine dert eden ve hiçbir bir partiyle organik bağı bulunmayan bir akademisyenin ortak aday gösterilmesi kadar umutlandırıcı pek az şey olabilir.

Malum yıllardır "12 Eylül sonrası kuşak" için pek çok ifade kullanılır. Bunlardan en ağır basanı da "apolitik". İnsanlar politikadan soğtuldu, siyasetin dışına itildi denir. Sanırım bu noktada Siyasetin dışına itilmek, politakanın dışında kalmanın tanımını düzgün bir şekilde yapmalıyız. Şayet bahsettiğimiz gündelik siyaset, hatta işin magazin boyutuysa; yüksek ihtimalle bu tip bir "politika" dünya döndükçe kendine bir izleyici kitlesi bulmaya devam edecek. Günlük siyaset üzerine polemikler yapılacak, bunlar takdir ve/veya tepki çekecek, insanların bir şekilde gündemlerinde belirgin bir yer tutacak. Bu tip "siyasi"lik 12 Eylül öncesinde de vardı, Tanzimat döneminde de haliyle bugün de var. Hele iletişim mecraların bundan 30 sene öncesine çeşitliliğini ve gelişmişliğini düşününce "politika"'nın karikatürize edilmiş politikacı/seçmen ilişkisinin her zaman oldukça yüksek ilgi çekeceğini gösteriyor. Demek ki apolitize 12 eylül sonrası kuşak böyle bir şey değilmiş. Başka ne olabilir düşünmeye devam edelim.

12 Eylül öncesinde Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit aralarında kapışıyorlardı. İnsanlarda ya Adalet Partisine ya da Cumhuriyet Halk Partisine oylarını veriyorlardı. Bu iki partinin oy oranı %70'ler seviyesindeydi. 12 Eylül sonrasında da bu iki isim başbakanlık yaptılar. Demek ki politize olmaktan anlaşılan merkez sağda ya da solda olmak da değilmiş. 12 eylül öncesi büyük halk yığınlarının 12 eylül sonrası halk yığınlarından bu konuda da bir farkı yokmuş.

Genel halk yığınları üzerinden gitmeyelim biraz daha özele inelim. Örneğin gençliğe bakalım. Üniversite öğrencilerine mesela:
Üniversitelerde 12 Eylül sonrasında da sağ vs. sol hareketler bitmedi. Üniversitelerin ya tamamen kapalı olduğu ya da okuldan atılmış öğrenciler/öğretim üyeleri yüzünden çok düşük kapasitelerle çalıştığı dönemi saymayalım ama bilhassa 90'lar azımsanmayacak derecede hareketliydi. Öğrenci koordinasyonu hareketini de unutmak büyük haksızlık olur. Her sene 6 Kasım'da YÖK protestosu için toplanan topluluklar da unutulmamalı. Sık sık çıkan kavgaları, polisin tavrını ve ülkü ocaklarının "şiddet"li baskınlığını. Gözden kaçan bir nokta ki 12 Eylül öncesinde üniversitelerdeki herkes politik değildi. Pek çok kişi bambaşka işlerin peşinde Tarık Akan/Gülşen Bubikoğlu modundaydı ve Sol'un o zamanın "hip" trend'i olmasından etkilenen bir grubun aslında sadece "solculuk" oynadığı da unutulmamalı. Örneğin Yılların Malkoçoğlu'su Cüneyt Arkın "işçiyiz haklıyız kazanacağız" filmlerini yeniden hatırlayıp gülelim mi ağlayalım mı yoksa yoksa şaşıralım mı? Lütfen bunu bilinçli bir şekilde yapalım kahraman işçi sınıfı disipliniyle. İşte bu kahraman işçi sınıfı disiplini ile devrim yolunda kıyılan nikahların da 12 Eylül sonrasına pek çok ailesi boşanmış çift kazandırdığını da unutmayalım. Aşkın ve sevginin bacım/kardeşim modeli işlendiği , seksin tamamen burjuva pisliği ilan edilen ahlakçı bir sol da belki politize olabilir. Şimdilerde porno'yu internetten bedava indirdiğimiz için belki de o 12 eylül sonrası kuşak, öncülü tarafından apolitize sıfatıyla anılıyor.

Gördüğünüz gibi aslında ne 12 Eylül öncesinin hikmetinden sual olunmaz bir politik bilinçte olduğunu ne de 12 Eylül sonrası kuşağın bahsedildiği kadar apolitize olduğunu düşünüyorum. Toplum mühendisliği denilen ne olduğu belirsiz kavramında Türkiye Cumhuriyeti gibi az gelişmiş ülkeler için uygulaması oldukça pahalı bir model olduğunu biliyorum. Böyle bir sistematik beyin yıkama sürecini hiçbir aklı başında yatırımcı yapmaz sevgili okuyucu o yüzden bu yabancılar bizim beynimizi bulandırıp, sindirdiler, bilincimizi yok ettiler, sistematik bir şekilde depolitizasyona uğradık, etraf ajan doluydu safsatasına inanmayalım. Elbet bu konuda denemeler yapılmış ve hatta başarıya ulaşmış da olabilir ama hiçbir şey "o çok güçlü" sol hareketin bir gecede silahlı kuvvetlerin kontrolüne girdiğine ve "sözde devrimci hareket"in saatler içinde kayda değer bir direniş ya da çatışma göstermeksizin etkisiz hale getirildiğine mazaret üretemez diye düşünüyorum.

Sanırım 68 nostaljisinin gazını zavallı 78'liler hapislerde yatarak ve unutularak aldılar. Halk dedikleri şeyin ne kadar da dönek olduğunu acı şekilde fark ettiler bu noktada politik açıdan şiddetli bir travma yaşayıp büyük değişimler göstermeleri oldukça anlaşılır ve kimseyi de döneklikle suçlamamak lazım sanırım İhanete uğramak kadar bilinçlendirici ne olabilir ki?

Politize olmak, üniversitede protesto veyürüyüşlere katılmak, kantinde, kampüste görünen görünmeyen her yere afişler ve bez parçalarına yazılmış gramer hatası dolu yazılar yazmak/asmak (Paris komününden beri aynı iletişim mecrasını kullanan ortodoks solcular için de ayrı bir yazı yazmayı gerçekten çok istiyorum), halay çekip, yaz şenliği düzenlemek/katılmak, şiir/saz/türkü işkencelerine maruz kalmak ve mütemadiyen çay içmekse ; kariyer günü düzenlemek, daha 2. sınıfta şirketlerdeki staj olanaklarını araştırmak, pazarlama/satış simülasyonlarını oynamak/katılmak, boş zamanlarında paintball oynamak, kusursuz bir cv hazırlamanın derdiyle fellik fellik şablon aramak, "work hard play harder" mottosuyla kulüplerde çılgın atmak ve bu esnada sosyalleşmek, barlarda içki içip ve karşı cins kesmek kadar kartvizit toplamak ve "network" oluşturmak da oldukça politik eylemler sayılabilir. Bu da bir başka siyasi ve toplumsal görüşün izlediği kendini ifade yollarından biri değil midir? Kapitalizm'in bireysel bazdaki politik duruş ve eylemleri aslında bunlar değildir de nedir? Yuppie'lik de politik bir duruş değil midir? Hatta kapitalist sistem içindeki fonksiyonel rolü/konumu itibariyle 1 Mayıs'ta yürüyen bir üniversite öğrensinin devrim yolunda yaptığı katkıya nazaran işini çok daha iyi yaptığı da bir gerçek değil midir?
Ya tamamen çizdim ve saçma salak sayıklıyorum ya da söylediklerimde kendince bir haklılık payı var.
Sonuç olarak 22 Temmuz belki de solun bu klişe kalıplarının kırılmasında bir rol oynar diye ümit ediyorum. BASKIN ORAN'ı MUHALİF EZBERİ DE BOZMASI İÇİN DESTEKLİYORUM...

Biraz daha mı okumak istiyorsunuz?
*Dünyayı kim değiştiricek?
*Sosyal Aktivizm
*Sosyoloji ne ola?
*Havai Devrim mi?