12/05/2006

"Memur Bey, inanın bir şey çalmadım" Savunma1

" Memur bey... Bir saniye izin verir misiniz? Size bir şey çalmadım diyorum.. Ben sadece dinleyiciyim.. Evet evet dinleyiciyim. Çalmasını beceremem ki zaten sadece dinlerim.. Onu da ne kadar iyi yapabildiğim şüpheli. Yani eskiden olsa sıkı dinleyiciyim diyebilirdim ama şimdi.. Her gün yeni bir grup çıkıyor ve bunları takip edecek ne enerjim ne de zamanım var. Düşünsenize Paul Simon'ın Graceland'ine bile 15 sene gecikmeli sahip oldum. Tekrar düşündüm de Paul Simon benzetmesi iyi olmadı. Hiç almasam daha "cool" bile durabilirdi kimilerinin gözünde. Ama olsun ben köklerine bağlı bir adamım. Simon and Garfunkel'ın bana ninni söylediği zamanları hayal meyal de olsa hatırlıyorum, ama net hatırladığım şey Bülent Ersoy ya da İbrahim Tatlıses'in bana hiçbir zaman ninni söylemediği idi. Yani giremezdi evimizden öyle yaratıklar. Yok yok Kahrolası Kürtler ve İbneler demek istemiyorum burada. Yani öyle bir sorunum yok sadece estetik kaygılarla etmiştim o sözü siz takılmayın. Neyse giremezdi işte Arabesk evden içeri. Yani Sezen Aksu gibi istisnalar çıkıyordu arada. Ama esas istisna araba değiştirdikçe yeni arabanın içinden çıkan fantastik kasetlerdi. Nasıl mı? Araba alınır. Arabanın teybi vardır ve torpido gözünde bir sürü kaset. Aynısını babam da yapardı. 90'lar Pop müzik tarihini değiştirdiğimiz arabalar üzerinden sayabilirim. 1988-1990-yeşil şahin-Zerrin Özer-Olay Olay, 90-92-bordo-serçe-Yonca Evcimik-Abone , 92-93-gri-doğan-Levent Yüksel-Med Cezir , 93-95-beyaz-Renault Broadway-Nilüfer-Ne Masal ne rüya vb... Neyse dediğim gibi neredeyse 27 senedir dinleyiciyim, hiçbir şey çalmadım memur bey. Yani çalmadım değil aslında bir dönem çalmak da istedim ama çalamadım. Becerikli değildim. Kabiliyet denen şey bende bu konuda yoktu. Tamam aslında gitar çalmayı da o kadar istiyor muydum emin değilim. Yani Kurt Cobain'i gördükten sonra gitar seksapeli de bitti sanırım. Oduncu gömleği üzerine hırka giymiş adamların elektro gitar çalıp rock yıldızları olduğu bir dönemdi çocuklar bahsettiğim. Ve biz askı takan dedelerimizi değil, bollaşmış yün kazaklar giyip etrafa somurtan, hayat berbat mesajları veren uzun saçlı, pis görünümlü adamları dinliyorduk. Ne yapalım bizim zamanımızda ne The Beatles ne de The Smiths ne de The Clash vardı. Hiçbiri "The"lı gruplar değildi grunge ortamının. The Pearl Jam mi? Kuyumcu mu o? Nereden bakarsanız bakın bir boşluktu doksanlar ve 90'ları dinleyici olarak geçirdim. Çalmadım.”

Heavy Metal ve Grunge yüzden isyankar bir gençlik geçirmedim diyebilirim. Yani daha kendi hayal gücüme ve olmayan acılarıma bağlı bir çocukluk yaşadım. Smiths'e kadar.. Neyse bunu savunmamın 2. bölümünde dillendireceğim şimdi sıra işin politik tarafında. Kimse okumasa da böyle kendi kendine söylenmek güzel. Kendi kendine ile "kendi kedine" arasında da hoş bir bağ varmış. Ama bir kedim bile yok...


Tamam Galatasaray maçlarına gitmeyi tercih ederken kendimi 1 mayıs alanlarında bulduğum çok oldu. Belki o zaman farkında değildim bunun nasıl desem kendimi daha yüce bir iş yaparken hayal ediyordum belki de. Kahraman işçi sınıfını iktidara taşıyan kara trenin altındaki demir raydım ben. Kabul edin, kahraman işçi sınıfı için yapılan bu tip benzetmeleri eskiden ciddiye alıyorduk. Ama bütün istediğim benden büyük bir topluluğun üyesi olmaktı. Hiçbir zaman fonksiyonel olmadığımı itiraf ediyorum zaten ateşli olmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. O da zaman içinde sönüyor işte. Bu da anlaşılır. Ama üniversite yılları boyunca gizliden gizliye sosyalleşmek için gittiğim 1 Mayıs ve 6 Kasım gösterileri kişisel tarihimin önemli anlarıydı. Bunun müzikle ne alakası var derseniz? Şunu söyliyeceğim ki o dönemde Grup Yorum dinledim. Aslında dinlemek için istekli değildim ama maruz kaldım diyelim bir de racon faktörü elbette. o zamanlar takıldığım öğrenci evinde mönü buydu. Yersen. Yemedim ben de, yer gibi gözüktüm. Çiğneyip ağzımda geveledim sonra “yoldaşlar” fark etmeden tükürdüm. ince ince evin içine de İngiliz karamsarlığı soktum ve öğrenci evi gerçek anlamda dert evine döndü. İnsanları üzdüğüm için mutsuzum ama Grup Yorum'u, Ahmet Telli şiir kasetlerini, Tolga Çandar’ın Ege Türküleri’ni ve nadir de olsa çalan Bulutsuzluk Özlemi'ni bir daha duymadığım için de hayattayım. Yani görüyorsunuz tüm bu üzüntüyü hayatta kalmak için o eve taşımıştım. Ayrıca belirtmeye gerek yok tabi The Rolling Stones'un Sticky Fingers albümünü de avlanmak için.

Bakın memur bey hala inanmıyorsanız size BNRP'den bahsediyim. Bu bir banka ya da holding ismi değil. Bir nevi radyo programı'nın kısaltmasıydı. Lise ve üniversite yıllarım içinde tuhaf içeriği ile orta sahada oyun kurucuydu. Kadın erkek ilişkilerinden müziğe, yemek alışkanlıklarından edebiyata kadar uzun bir süre hayatıma hükmetti. Derken sonra William Wallace kadar olmasa da kendimce "özgürlük" diye kükredim de inceden kendime gelmeye başladım. gerçi hala daha üzerimdeki etkisi tam olarak geçmiş sayılmaz. Ama düşününce Tom Waits'i Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk'a borçluyum. Memur Bey bu iki isim de kayıtlara girebilir mi?

Sonuç olarak Memur Bey.. Ben bu müzik işini çok seviyorum. Saatlerimi müzik dinleyerek harcayabilirim. Kabul çok anlamlı bir iş değil bu uğraştığım ama tekrar ediyorum ben birşey çalmıyorum...

Hiç yorum yok: