2. dünya savaşı her ne kadar filmlerden çok şık bir savaşmış gibi gözükse de aslında zaten tümü boktan olan savaşların en boktanlarından biriydi. Her ne kadar savaşın pasifikten atlantiğe avrupadan afrikaya kadar pek çok cephede insanlar birbirilerini ne için olduğunu tam olarak da bilmeden keserlerken iki ülke özellikle öne çıkıyordu. İngiltere ve Almanya. Naziler ve bizim çocuklar. Almanlar Darth Vader , İngilizler Obi van Kenobi gibiydi. Yıllar sonra George Lucas, Star Wars evrenini yaratırken ikinci dünya savaşının etinden sütünden ve özellikle de popüler kültürdeki tüm mitlerinden yararlanmıştı (Storm Troopers vs. SS). Neyse konumuz bu değil zaten. Konumuz bundan bir on yıl kadar sonrası. Ama zamanda on yıl ileri gitmeden ikinci dünya savaşını iyice sonuçlandıralım. Sonuçta ne oldu? Almanlar yenildi. Japonlar ve İtalyanlar'da yenildi ama esas Almanlar yenildi. Her ne kadar kafalarına atom bombası yemedilerse de ülkeleri işgal edildi, şehirlerinde bir tek sağlam bina kalmadı ve zamanın durduğu anı yaşadılar. Hak ettiler mi? Yani Hitler'i başlarında tutarak belki de aman neyse bu da konumuz değil. Anlaştık ama değil mi Almanlar yenildi. Diğer tarafta ne oldu? İngilizler kazandı. Almanlardan sonra Avrupa'da en çok hayatı sikilen ülke de İngiltere olmuştur herhalde. Sir W.C ve ülkesi katıldıkları ikinci dünya savaşını da kazandılar. Adalarını korumuşlardı. Ama savaşın esas kazanını uzaklardan bir yerlerden gelen bir kıtanın yarısına konuşlanmış Amerika Birleşik Devletleri olmuştu. Yani savaşın katılımcısı bile değillerdi ta ki Japonlara kızana dek. O zamana kadar kültürel olarak ancak kötü bir Avrupa taklidi olmuşlardı, dünya üzerinde kendi tarihleri olmayan ama kendilerine yavaş yavaş tarih yazmaya başlayan abaza bir ergen gibiydiler. İşte ikinci dünya savaşı onlara tarihsel olarak geçerli bir gurur sundu. Uzaklardan geldiler ve sadece Alman'ları değil aynı Japon'ları ve İtalyan'ları da yendiler. Avrupa'yı kültürel olarak işgal etmeye başladılar. Coca Cola, Jazz, Blues, Blue Jeans and Blue Suede Shoes. British Invasion'dan önce hakiki bir American Invasion olduğunu pop müzik tarihi yazmaktadır ama bu isimle değil, Rock'n Roll adı altında ve bu çok daha uzun soluklu ve hala daha süren etkili bir işgaldi.
Şimdi on sene sonrasına geçebiliriz. İngiltere sadece futbolun değil aynı zamanda sanayi devriminin de beşiği olduğu için sınıf çatışması bol bir ülkeydi. -Di diyorum taa ki orospu Margaret'a kadar. Bu da bu dönemden yaklaşık on ya da on beş sene sonrasının konusu (biri punk dedi sanırım?). Her ne kadar bir Hindistan olmasa da kast sistemine yakın keskin bir ayrımcılık vardı ya da -dı demeyelim elbette hala var ama insanların mavi ve beyaz yaka olarak ayrıldıkları günümüzden yaklaşık 40 sene öncesinden bahsediyoruz. Kömürün hala önemli bir enerji kaynağı olduğu, terli erkeklerin fabrikalarda çalıştığı ve Asya kaplanlarının henüz çimenlerde kendi çüklerini yaladıkları bir dönemden yani fabrikaların batı'da olduğu bir zamandan. Şimdi Selim Naşit'in dediği gibi "bir de gözlerini kapatarak" canlandırın; babanız ya da ailenizden birileri İkinci Dünya savaşında kafasına bomba düşerek ya da cephede ne için olduğunu bilmeden (bkz: özgürlük) ölmüş ya da sakat kalmış, siz çocukluğunuzu siren sesleri ve açlıkla geçirmişsiniz, tarih kitapları birkaç on sene öncesine kadar koskoca bir imparatorluk olduğunuzu yazıyor, son otuz sene içinde en büyüğünden iki dünya savaşında tam on sene harcamış bir ceddin ahvalisiniz, Nazileri (ki dünya üzerindeki tüm kötülüklerin bir şekilde yek vücudda toplanmış hali) yenmişsiniz ama tüm ekonominiz çökmüş, işsizlik ve sefalet içindesiniz, bir şekilde kendinizi toplamaya çalışıyorsunuz ama çok da yorgunsunuz ve hepsine ek olarak nüfus olarak da ciddi bir şekilde azalmışsınız. Tony Wilson'ın pop müzik için verdiği birinin içinden geçen paraboller örneği tam da bu noktada işimize yarayabilir sanırım. İşte size popüler kültürün bir daha asla eskisi gibi olmayacağına dair sağlam bir temel. Bir şeyler değişecek ve bunu da savaşa gitmemiş ama savaş anılarıyla büyümüş, savaş sonrası inceden Mad Max ortamını teneffüs ederek büyümüş, zafer kazanmış babalarının uyumsuz oğulları gerçekleştirecekti.
The Beatles, The Rolling Stones, The Kinks ve The Who. Her ne kadar aralarına Herman'ın Hermitlerinden, Hayvanlara, Troglardan, Zombilere kadar envai çeşit yarı otomatik silah eklenebilse de mahşerin dört atlısı bunlardı.
Bunların hepsini biliyoruz zaten kes martavalı ukala diyorsanız ki demek de haklısınız özellikle the beatles antolojileri ile başlayan yeni binyılda brit pazarına fazlasıyla nur yağdı ve bu "big four" hak ettikleri saygıyı tekrar tekrar kazandılar ama başlıkta da biraz çaktırmaya çalıştığım tuhaf milliyetçi duruş nedense herkes tarafından kabul edildi. Yani bahsettiğim national front, hooligan bir milliyetçilik değil ama şu var ki union jack'i bir tür popüler kültür ikonu haline getiren bir vatanpervetlik.
Şimdi geldiğim noktada bunu yazmaktan gerçekten hem sıkıldım hem de yoruldum. Save edip bir köşeye de atmak istemiyorum. Tek yapabileceğim şey başlığa bir "1" eklemek. Kısa sürede bunun devamını yazıp sanal mastürbasyonumu bitirebilmek. Hayırlı bayramlar, küçüklerin gözlerinden büyüklerin kulaklarından öperim.
Şarkı: The Guess Who - Sour Suite (1971)
7 yıl önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder