Profilo alışveriş merkezi yeni açılmıştı. Kasetler henüz müzelik değildi, bir işlevleri vardı ama korsan cd işi giderek güçleniyor kasetlerse giderek zayıflıyorlardı. Mp3 ise henüz bilim kurguydu. Bilgisayarımın hard diski 2gb'dı. ÖDP üyesiydim ve pek huzurlu bir dönemden geçmiyordum. İşte o günlerde tanıştım uçan halı üzerindeki mançesterlilerle. Madchester ruhunun yeniden hip olmasına çeyrek vardı ve indirimli kaset tezgahları kendi içlerinde tuhaf hazineler barındırıyordu. Taşınabilir cd çalarlar (nam-ı diğer discman ki kendisi giderek bir nostalji nesnesine dönüştü) hakkında "atlama yapıyor ağbi" efsaneleri dönüyordu. Advantage campus kartım bile yoktu ve taksit çılgınlığı henüz cüzdanlara girmemişti. Ağırlıklı olarak nakit çalışıyordum bu yüzden de hem borcumu hem de sahip olduğumuz varlıklar sayıca şimdikine göre çok ama çok azdı. Inspiral carpets'a nasıl mı bağlayacağım? Henüz bilemiyorum ama deneyeceğim ne de olsa blogger'ın bana tahsis ettiği bu sanal alanda çok yerim var, üstüme gelmeyin.
Şimdilerde fark ediyorum ki "Güneş gözlüğü takmış bir inek" o zaman yıllardaki halimi gayet iyi tarif ediyor (korkunç 90'ların sonu). Inspiral Carpets'ın
cool as fuck duruşu da logolarına yansımıştı. Müzikleri, sahnedeki tavırları, şarkı sözleri güneş gözlüklü bir inek gibiydi. Son olarak "I.Carpets'ın üzerimdeki cazibesi tamamen bilinçaltımdaki hastalıklı ilişkilendirmeden kaynaklanıyor" diyerek topu 18 içine düşüreyim bir bakarsınız vuran olur.
Geçenlerde Roll'da Ian Anderson'un kısa bir röportajını okudum. Okuduklarından, yazdıklarından, dinlediklerinden bahsediyordu. Son günlerde üç finli balıkçı kadından kurulu bir grup dinliyormuş şimdi adını unuttum. Finli bir balıkçı kadının sesi nasıl çıkmalıysa grubun sesi de öyle çıkıyormuş. İşte Carpets'da benim için böyleydi.
Şu hale bakın ki benim grupla tanışmam son stüdyo albümlerinin üzerinden 4 sene geçtikten sonra oldu. Geç kalınmış bu tanışmanın müsebbibi ise beni getirirken rötar yapan leyleklerdir. Neyse çok önemli değil şimdi leylekler. Siz en iyisi tüm zamanların en hüzünlü şarkılarından biri olan "
This is how it feels"i dinleyin ve bütün bu saçmalıklarımı unutun.
Edit: Bundan sonra "Cinerama ve ruh sağlığı" konulu bir SWOT analizi yapmayı düşünüyorum. Camus'ya duyrulur...