
Heavy Metal ve Grunge yüzden isyankar bir gençlik geçirmedim diyebilirim. Yani daha kendi hayal gücüme ve olmayan acılarıma bağlı bir çocukluk yaşadım. Smiths'e kadar.. Neyse bunu savunmamın 2. bölümünde dillendireceğim şimdi sıra işin politik tarafında. Kimse okumasa da böyle kendi kendine söylenmek güzel. Kendi kendine ile "kendi kedine" arasında da hoş bir bağ varmış. Ama bir kedim bile yok...
Tamam Galatasaray maçlarına gitmeyi tercih ederken kendimi 1 mayıs alanlarında bulduğum çok oldu. Belki o zaman farkında değildim bunun nasıl desem kendimi daha yüce bir iş yaparken hayal ediyordum belki de. Kahraman işçi sınıfını iktidara taşıyan kara trenin altındaki demir raydım ben. Kabul edin, kahraman işçi sınıfı için yapılan bu tip benzetmeleri eskiden ciddiye alıyorduk. Ama bütün istediğim benden büyük bir topluluğun üyesi olmaktı. Hiçbir zaman fonksiyonel olmadığımı itiraf ediyorum zaten ateşli olmaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. O da zaman içinde sönüyor işte. Bu da anlaşılır. Ama üniversite yılları boyunca gizliden gizliye sosyalleşmek için gittiğim 1 Mayıs ve 6 Kasım gösterileri kişisel tarihimin önemli anlarıydı. Bunun müzikle ne alakası var derseniz? Şunu söyliyeceğim ki o dönemde Grup Yorum dinledim. Aslında dinlemek için istekli değildim ama maruz kaldım diyelim bir de racon faktörü elbette. o zamanlar takıldığım öğrenci evinde mönü buydu. Yersen. Yemedim ben de, yer gibi gözüktüm. Çiğneyip ağzımda geveledim sonra “yoldaşlar” fark etmeden tükürdüm. ince ince evin içine de İngiliz karamsarlığı soktum ve öğrenci evi gerçek anlamda dert evine döndü. İnsanları üzdüğüm için mutsuzum ama Grup Yorum'u, Ahmet Telli şiir kasetlerini, Tolga Çandar’ın Ege Türküleri’ni ve nadir de olsa çalan Bulutsuzluk Özlemi'ni bir daha duymadığım için de hayattayım. Yani görüyorsunuz tüm bu üzüntüyü hayatta kalmak için o eve taşımıştım. Ayrıca belirtmeye gerek yok tabi The Rolling Stones'un Sticky Fingers albümünü de avlanmak için.
Bakın memur bey hala inanmıyorsanız size BNRP'den bahsediyim. Bu bir banka ya da holding ismi değil. Bir nevi radyo programı'nın kısaltmasıydı. Lise ve üniversite yıllarım içinde tuhaf içeriği ile orta sahada oyun kurucuydu. Kadın erkek ilişkilerinden müziğe, yemek alışkanlıklarından edebiyata kadar uzun bir süre hayatıma hükmetti. Derken sonra William Wallace kadar olmasa da kendimce "özgürlük" diye kükredim de inceden kendime gelmeye başladım. gerçi hala daha üzerimdeki etkisi tam olarak geçmiş sayılmaz. Ama düşününce Tom Waits'i Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk'a borçluyum. Memur Bey bu iki isim de kayıtlara girebilir mi?
Sonuç olarak Memur Bey.. Ben bu müzik işini çok seviyorum. Saatlerimi müzik dinleyerek harcayabilirim. Kabul çok anlamlı bir iş değil bu uğraştığım ama tekrar ediyorum ben birşey çalmıyorum...