11/07/2006

Fenni Lise

Ortaokul yıllarındayken şimdi zeka dediğimiz kahverengi pantalonu en iyi taşıyanların Fen (gördüğünüz üzere saygıdan F'si büyük) lisesi öğrencileri olduğuna dair geniş kanoya ben de biniyordum. Hatta bir Fen lisesi öğrencisi olmak için 90'ların başında ben de sınava girmiştim. Ama sınava sadece girmenin yeterli olmadığını silindir denilen sözde 3 boyutlu cismin hacim formülünü bilmediğimi anlayınca fark ettim. Ama kafalı Fen lisesi öğrencisi olmaya en çok yaklaştığım o 3 saatin sonunda (açıkçası 2 saat falan da olabilir emin değilim) Ataköy 4. kısım çarşısındaki şimdilerde kapalı pastaneden alınma tarçınlı kurabiyelerin tadını asla unutamadım. Pelit pastanesi zaman içinde damağıma ilgili lezzeti bir nebze olsun hatırlatabilmiş olsa da bu konuda Ataköy 4. kısım çarşı grubunun yeri bambaşkadır. Sizin de anlamış olduğunuz üzere sınav sonunda Atatürk Fen Lisesi'ni kazanamamıştım ki daha sonra bu görece başarısızlıktan zerre rahatsızlık duymadım ama tarçınlı kurabiyelerden daha fazla yememiş olmanın verdiği rahatsızlık şu anda dahi beni rahatsız etmekte.

Sınıfımızın pekçok müslüman genci o sınavı geçip fen lisesinde okudu. Hatta bunlardan birisi kör Salih'ti. İsim ve lakap itibariyle kendisi bir Yaşar Kemal karakterini andırsa da kesinlikle bu bir isim benzerliğinden öte değildir. Hatta körlüğü lakap değil sağ ya da sol gözünü ,şimdi hangisi olduğunu hatırlamıyorum bile o yüzden tek gözü diyelim dürüst olsun, bir çocuk oyununda kaybetmesinden kaynaklanıyordu. Hatırladığım kadarı ile kibritle oynarken alev kibritin sınırlarını aşmış, bir şekilde ("görünmez kaza" tabiri son derece uygun olacak) Salih'in gözüne kadar ulaşmış ve ilgili gözünü kör etmişti. Salih komik bir çocuktu. Kendine has bir espri anlayışı ve annesinin yanına koyduğu tuhaf kokulu yiyecekleri vardı. Sadece koku değil görünüm itibariyle de bana hiç cazip gelmeyen şeyler yiyordu. Sanırım annesi çocuğun tek gözü görmüyor diye ne yediğini fark etmediğini sanıyordu ve muhtemelen de haklıydı. Neyse Salih Fen lisesini kazanıp lisede bizden ayrıldı benim de Salih'le ilgili anılarım orta son itibariyle son buldu. Orta son zaten pek çok şeyi sonlandırmak için çok uygun bir zaman. Biz bu süreci "hormonal" olarak sıfatlandırıyoruz ve oldukça haklıyız. Salih ki kendisinin soyadını yazının başından beri hatırlamama rağmen bir türlü çıkartamadım üniversite'de tıp fakültesini kazanmış. Daha sonra cerrah çıkmış. Tek gözlü bir cerrah. Sanırım hastaları "Vietnam sendormu" yaşıyordur. Bu bilgilerin kaynağını da vermek isterdim ama inanın hatırlamıyorum. Sokakta denk geldiğiniz "peki abi kimleri görüyorsun liseden? Eee x napıyormuş?" sorularına cevap veren adamlardan olabilir. Sözün kısası Fen Liseleri öyle shaolin tapınakları ki körlerden bile cerrah çıkartıyorlar diye düşünebilirsiniz. İnanın buna verecek bir cevabım yok sizi Salih'e havale ediyorum.

İlkokuldan beri düzenli olarak matematik yazılılarına girdim. İlkokul'da vardı. Ortaokul'da vardı. Lise'de vardı. Üniversite'de vardı. Yüksek Lisans yaparken de vardı. Hatta bilin bakalım Doktora sırasında neden yazılı oldum? Evet bildiniz pek çok diğer bok püsür gibi matematikten de. Bazen adı calculus bezen finansal matematik bazen de optimizasyon teknikleri oldu. Ama bütün bu flörtlerimizde onlara kısaca mat. dedim. Sanırım first cut is the deepest... Neyse bu matematik sınavlarını yapan hocalarında büyük çoğunluğunda hep bir Fen Lisesi takıntısı vardı. Nedense bu okullarda okuyan "zeki" çocuklar dakota çekirdeği çıtlar gibi matematik soruları çözerdi ve en aptalları Gauss kadar zekiydi. Çok sonraları anladım ki Gauss Fen Lisesi mezunu değilmiş.

Lise'de Fen liselilere rakip olmamak için türkçe-matematik bölümünü seçtim. Ne de olsa sosyalci olmak için fazla matematikçi, fen matematikçi olmak içinse fazla sosyalciydim anlayacağınız ortanın solunda bir lise talebesiydim. Talihin şu oyununa bakın ki üniversite'de Atatürk Fen Lisesi'nden fazla uzağa kaçamamıştım. Bizim Göztepe Kampüsü AFL'ye çok yakındı. Çok sonraları gidip gördüğüm bahçesinde dolaşan tiplerse benim imtinayla uzak durmaya çalıştığım ve annemim tabiriyle "fazla bakma evladım yoksa benzersin" dediği oğlancıklardı. Ha bu arada Fen lisesi'ne kızlar gidiyor mu? Sanırım gidip orada kendilerini harcamak için her anlamda fazla iyiler. Neyse teneffüste bahçesinde dolanan tiplerden biri olmadığım için o kadar mutluyum ki anlatamam.. Sanırım yüzeysel ve mutluyum :) kendimi tutamadım smiley koydum dağılabilirsiniz.

11/06/2006

Forbes Capitalist Tool vs Dedem Korkut

Bir süredir elimde Alain De Botton'un Status Anxiety adlı "aslında benim derdim kişisel gelişiminiz değil sadece olaylara biraz da bu açıdan bakmaya ne dersiniz üstelik ben burnu büyük bir entelektüel değilim ey insanlar!" kitabı var. Metin pek çok açıdan tatmin edici değil açıkçası ama şayet bu sayfayı okuyan birileri varsa kitapta görünce çok eğlendiğim bir reklamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Aslında görselini tepeye koymayı çok isterdim ama bulamadım. Zaten görselliğinden çok yazılı mesajıyla vurucu. Bir duvarın köşesinde suratı bize dönük kel, kısa boylu ve papyonlu bir adam (sanırım davet gibi bir yerdeler) gülümseyerek sol elini sırtı bize dönük, suratını göremediğimiz ama genç olduğunu her halinde anladığımız siyah takım elbiseli, uzun boylu ve kısa boylu yaşlı kel papyonlu adama göre yakışıklı bir delikanlı'nın omzuna koyuyor. Genç ve başarılı karakter elinde bir şampanya kadehi tutuyor. Gördüklerimiz bu kadar. Şimdi okuyoruz.

Eddy was determined to escape the mailroom
Ed volunteered for anything he could volunteer for
Edward caught his boss's eye with a shrewd business proposal
Mr. Edward Parks' marketing genius catapulted sales skyward
President E.Parks tells people "Please call me Eddy"

sonra vurucu mesaj NEVER SETTLE

Kıssadan hisse senedi saati. Evet buradan ne anlıyoruz? Forbes Capitalist Tool dergisi bize soyadımızı kazanmamız için kariyerimizde başarılı olmamızı, patronumuzu yalamamızı ve olabiliyorsak da devlet başkanı olmamımızı salık veriyor. Ancak bu şekilde soyadımızla anılacağımızı başka türlü ismimizin sadece ilk ya da şanslıysak iki hecesinin söyleneceğini ve bu şekilde çağrılacığımızı söylüyor. Peki ya Dedem Korkut?

Dedem Korkut ki kendisi bundan sonra Korkut olarak korkutacaktır bizleri ilkokul sıralarından bildiğimiz üzere dili döndüğünce bizlere kahramanlık yapmamızı söyleyip durmuştur. Kahramanlıktan anladığı da kah ayı boğmak, kah tek elle yaban domuzlarıyla güreşmek ve elbette bu tuhaf spor müsabakasından galip çıkmak, kahkahsa tankla girmeye korkacağınız ormanlara donla girip canavar avlamaktır. Kahramanlığı tanımı basit ama şartlar göz önüne alındığında etkilidir. Korkut'a göre ancak ve ancak yapacağımız bu gibi delice kahramanlıklarla "adam" olabiliriz. Adımızı bu tip saçma davranışlarla hak edebiliriz. Bunu kendisinin yaşına hatta bunaklığına verebilir bu şekilde Korkut Efendi'yi mazur görebiliriz. Ne de olsa Korkut dedemiz yaşında bir adamdır.

Bütün bunların yanında bir de David Bowie var. Yıllar önce bir dost sohbetinde (sanırım bir paragraf boyunca Dede Korkut'tan bahsetmek bile "dost sohbeti" sözcüğünü kullanmama yetti şimdiden uygar dünyadan özür dilerim) buyurduğumuz üzere Alman'ı makbul olan. Kahramanlık konusunda kendisi şöyle buyuruyor. Ben bu yorumu kendime daha yakın buluyorum:

We can beat them
Just for one day
We can be heroes
Just for one day



Saygılarımla

11/05/2006

"bütün duygusal deneyimimi kelimelere dökemeden öleceğim için hüzün duymaktan hoşlanmak" diye bir kavram olduğunu söylediğimde genellikle "ne diyosun abicim sen" ile "evet çok enteresan, donny darko'yu izlemiş miydin?" arası tepkiler aldığım için, genellikle etrafımdakileri yeterince sarhoş etmeden böyle şeyler konuşmuyorum. insanlar söylediklerimi sevmeye başlayana kadar onları içiriyorum. ayık okuyuclardan peşinen özür diliyorum.

bir blog yazarı olarak muhakkak sevgili dünyaya iletmem gereken bir şey varsa bu da sanırım yeni bir kedi aldığım olmalı. neticede blog dediğimiz şey insanların ev hayvanlarının kaka yapmasını dahi dünyaya neredeyse gerçek zamanlı olarak duyurması için icat edilmiş bir teknoloji.

yeterince saçma ve kişisel şeyler yazmazsam blogger bizi kapatır diye bunları yazmak zorundayım.
ama fena da olmuyormuş.

11/03/2006

Kuzey Kalesi'nin Çekmeli Topları


Hiçbir zaman güzel bir lego setim olmadı. Yani aslında yeterince ağlasam olurdu herhalde ama ben gözyaşlarımı başka oyuncaklar için saklamıştım. Mesela Pilsan'ın mini mekanik serileri. Özellikle de KUZEY KALESİ. Polis seti, uzay seti hatta jandarma seti bile vardı ama kuzey kalesi o kadar pahalıydı ki asla olmadı. O zaman annem alıyor beni 81E ile Eminönü'ne götürüyor. Mısır çarsı'na falan gidiyoruz. Sonra Mercan. En sevdiğim yer. Süper oyuncaklar var. Sadece kutularına bakmak bile yeterli benim için. Zaten kutulardaki resimler her zaman içindekiler çok daha kral oluyordu. Neyse önemli değil o zaman pazarlama bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. 8 yaşında bir apartman çocuğuyum. Hiç arkadaşım yok. Yok yok var Tolga var. Tolga çok geç saate kadar kalmıyor bizde onun da evi var oraya dönüyor yemek saatinde. Ne de olsa benim mini mekaniklerim var, mini mekanik kutularım var sorun değil yani. Kutularından ne oyunlar kuruyorum kafamda bazen saatlerce karşısında durup "ay başında babam maaş alınca şunu da alırız, sonra gelecek ay kuzey kalesini alır belki" sabırlı çocuğum hep ay başını bekliyorum ama benim takvimimde bir ay 30 gün çekmiyor, 27 yaşımdayım hala daha o ay başı gelmedi. Günün birinde baba olursam kendi çocuğuma alırım kuzey kalesini ama şimdi yutar parçalarını, 27 yaşına gelene kadar ben oynarım o da sırası gelince oynar artık, ama insaflıyım kutusuna bakabilir ben oynarken...
Kuzey kalesi'nin en süper şeyi arkadan çekmeli toplarıydı. İçine kağıt kodunuz mu acaip uçardı. Süperden ne anlıyorsanız hepsi o kırmızı çekme-bırakma-uçurtma pimli gri toplardaydı. Zaten Fatih'de İstanbul'u toplarla fethetmemiş miydi? Devir kapatmış devir açmış bir ceddinin ahvaliyiz ağalar.. Vakitsiz... Bu arada orjinal Playmobil western serisi resimlerinden birini de yukarı koydum. Bir tek doğru düzgün kuzey kalesi fotosu yok ortalıkta. Neyleyim kuzey kalesi olmayan interneti...

Neyse Mini mekanikler'den sonra kişisel tarihimin en şahane oyuncakları elbette star wars figürleriydi. Sağolsun Oyuncakçı bülbül bir sürü orjinal figür getirirdi. Türkler'de çeşit yoktu abicim. Darth Vader, storm troopers (klasik beyaz, kafası çekiç balığı gibi olan siyahlar ve pelerinli olan kırmızılar -bunlar en güzeliydi),r2d2 ve 3cp0 haaa bir de chewbacca.. Kaç etti 1+3+1+1+1=7. 7 figürle çocukluk mu geçer? Doyumsuz bir apartman çocuğum ben ne de olsa.. orjinallerin plastikleri daha güzeldi. sert böyle.. ısırınca da bozulmuyordu. Ama elleri yamuluyordu. Türklerin plastikleri daha yumuşaktı ama tadı hala damağımdadır. Çok kemirdim veletken. Neden diye sormayın? Siz hiç mi arı maya silgi yemediniz? Yediniz di mi? Hala daha kırmızı kurşun kalem'le normal kurşun jalem tadının farkını damağınızda hissediyorsunuz. Biz böyleyiz abicim. Değişik ne bulsak tadına bakardık. Sadece Doğru Ahmet'in elması ile hayat mı geçer? Dedim ya ben doyumsuz bir apartman çocuğum. Bu Starwars'un uzay gemileri, aletleri falan da vardı. En sevdiğim şey millenium falcon'un kutusuna bakmaktı. Şahaneydi yav öyle demeyin.. Bülbül'e gelmişti ama kuzey kalesinden pahalıydı o. Ben de boktan arabalardan vardı storm trooper'lar için olandan. Hani beyaz, iki koca tekerlekli. Tamam star wars freak değilim o kadar ismini bilmiyorum ama onun da üstündeki siyah makineli tüfeğin tadını biliyorum. Gurmeyim oğlum ben ya da pisboğaz. Ama hiçbir parçayı yutmadım. Neden yutayım sonra tekrar çiğneyemem ki. Çiğnemek ve oynamak zevkli. Utku vardı annemin arkadaşının oğlu. İyi çocuktu o Ataköy'de oturuyorlardı. Minibüsle 10 dakika. Çok görüşmezdik ama görüştüğümüzde süper oynardık. Onda ben de olmayan figürler vardı. Değiştokuş etmek isterdim hep. Valla geri verirdim ama hem sonra ne zaman görüşecektik ki? Teminat olarak da bendekilerden bırakmak lazım. Ya sıkılırsam aldıklarımdan da kendiminkileri özlersem ne yani tekrar mı alıcam? Ay başına daha çok var...

Almanya'dan gelen akrabamız yoktu. Bizimkiler anca Bostancı'dan gelirdi. Zaten Bostancı'da güzel bir yer değil gittim gördüm. Yeşilyurt'ta Bülbül var oyuncakçı. Neyse... Ne diyordum. Almanya.. Sevemedim zaten Almanya'yı bir türlü. Ama futbol takımının forması güzel. Adidas sevmek için ilk sebep. Rummenige'yi severdim ben ama daha çok Baresi'yi. O çok kral adamdı. Defansta oynardım zaten ben Lapseki'de. Kadife siyah eşofmanım vardı. Mirage ayakkabılarla pistburun vurmayı orada öğrendim. Abanmak yok ama teknik vurucan... Ha Almanya'dan gelen akraba diyordum da işte o yüzden uzaktan kumandalı arabam olmadı hiç. Yani zaten sevmezdim öyle araba falan. Benim oyuncaktan anladığım figürdür arkadaş. Ne lego ve araba ne de maket. Sünnet'te maket gelmişti. Colomb'un gemilerinden biri. Eşek kadar ama uhu sürmesini beceremem ki ben. Başka bir çocuğa sünnet hediyesi oldu sonra o. Kimdi hatırlamıyorum bile. Şimdi aklıma geldi vurulan asker figürü vardı. Hatırlar mısınız? Miğferi kafasından uçan hani. Şu Capri mi Capra mı ne var ya fotoğrafı meşhur İspanya İç Savaşı sanırım. Ona benziyor. Yeşiller Amerikalı griler naziydi. Ve naziler daha şıktı. Yankee'ler kolej montu gibi şeyler giyiyordu naziler çizme. Naziler şıktı ama çok aşağılık adamlarmış o zamanlar bilmiyorum ben üniformaları şahaneydi ama..

Bu oyuncaklar var ya esas bunlar için 80'ler gecesi falan düzenlenmeli. Salak Salak, kötü 80'ler şarkılarını dinleyip "aaabi vatka çok komik bişi" "Mori Kante" "Lambada filmini hatırlıyor musun?" demek yerine mini mekaniklerle oynamalı. 80'ler benim için onlar demek çünkü. Müzik, kıyafet falan değil. 70 başında doğanlar için Alphaville bir şey ifade ediyor benim için değil. Benim için Nirvana eş değer.

Bu arada masa futbolu da harikadır ama ayakların altındaki o siyah kauçuk dalgaya tutan çıkıntı çabuk kırılır. Kaleci en güzelidir ama durup dururken 180 derece yapabilen kaleci tanıyor musunuz? Haydi youtube'dan kollarını havada tutup, duruşunu değiştirmeden 180 derece oradan oraya yatabilen bir kaleci videosu gönderin Ronaldinyo'nun maymunklarını değil. Olmadı Rambo Yusuf'un Fenerli İsmail'e attığı tokatta olabilir. Osmanlı tokadıydı abi o.

ayrıca mini mekanikleri değil de (maalesef pilsan artık üretmiyor) Playmobil'leri almak isteyenler için buyrun link.. http://www.playmobil.com/index.html