4/29/2008

1 MAYIS 2008 TAKSİMDE BULUŞALIM




Kemal Sunal bile Taksim'e yürürken siz ev-iş-okul üçgeninde mi takılacaksınız? Haydi hep beraber yürüyelim.

4/27/2008

Maç Başlayana Kadar Moloko...

Ölene kadar mokoko diye saçma sapan bir fıkra vardı, sonra o fıkranın sözde güldürücü kısmına vurgu yaptığına inanmak istediğim oysa bildiğiniz süt Moloko çıktı. İyi ki de çıktı. Her ne kadar ilk albümleri çok kötü olsa da (sıkıysa kendin yap kayipcinnet) sonraları dinlemekten ve eşlik etmekten utanç duymayacağım bir dans grubunun illa ki gene adadan çıkması bir tür "aranan kan bulundu anonsu" oldu. Yıllar önce pazenadam'la, bizim evin holünde İngiltere'den getirdiğim şişme koltuğu (son gördüğümde şişme kavuna dönmüştü) son derece patetik bir el pompası ile vardiyalı olarak şişirmeye çalıştığımız terli bir yaz günü (what a gay scene) gene fonda o meşhum Moloko bize gaz veriyordu. Bundan yaklaşık 5 kollektif yaz evvelimize damga vuran Moloko'yu seviyor ve Galatarasay'dan Fener'e koymasını bekliyorum.

Saygılarımla



England Made Me...


1) It's my primary instinct to protect the child.
2) People love mystery.
3) New baby boom, starts today.
4) It's only the end of the world not a death in the family.
5) In an ideal home, there's never an awkward silence.
6) Life is unfair, kill yourself or get over it.
7) National hysteria, a final warning.
8) No pop no style, i strictly roots.
9) "We don't like you, go away - we're swinging"
10) Born into money it's not a crime, you can fool the people all the time.
11) Close the windows, draw the blinds i can't stand it if the sun shines on sunday.

P.S: Amerikan baskıyı koydum, 3 bonus track with love from me to you...

4/21/2008

Blöfçünün Film Rehberi - Le Charme Discret de la Bourgeoisie

Kelepir'in özellikle bizim kuşak için ne kadar dostane bir hatıra olduğunu tekrar tekrar tekrarlayabilirim. Zira envai çeşit 6.45 metninden , Afa'lara, Hesse'lerden Douglas Adams'lara hatta Rama serisine hep onun üzerinden eriştik. Ucuz yollu ama doyurucu. Her ne kadar şimdi yapacağım örnekleme çok avam duracaksa da "Esnaf lokantası" tribi bir nevi. Kelepir seanslarımızda tanıştığımız bir başka seri de Blöfçü rehberleriydi (Bluffer's guide). Blöfçünün caz rehberinden , postmodernizm rehberine kadar envai çeşit mizah duygusu haddinden fazla gelişmiş, kinik ve hikmetinden sual olunmaz kesin ve doğru yargılar barındıran setlerdi. İşte sinema hakkındaki kıçımdan kıl aldırmayan pek çok yorumumu da bu blöfçü tarzıma borçluyum. Neyse yaş bir noktadan sonra giderek kemale ermeye başlayınca eh iyisi mi ben bunları bir izleyeyim havasına girdim. Birer ikişer kafamdaki listeye göre de ilerliyorum. Son dönemde vizyon filmi izlemedim desem yeridir. "Paris Texas"'la başlayan bu seriyi "Guguk Kuşu" , "Kızgın Damdaki Kedi" , "Aşk Zamanı" ve en son bu yazıya birazdan meze olacak "Burjuvazinin Gizli Çekiciliği" ile ağır aksak ilerletiyorum. sırada "Tatlı Hayat" ve "Kieslowski'nin üç renk serisi" var. Koca bir neyse ile bu kişisel çok entelim propaganda paragrafını sonlandırayım nokta

Şimdi benden ne yazmamı bekliyorsunuz burjuvazinin gizli çekiciliğini mi? Gidin filmi izleyin. Yok izleyemem hacım sen bana bir özet cümle ver benden ondan çeşitleme yaparım derseniz, birbirleriyle bir türlü sevişemeyen, ortak rüyalar gören, biraz aklı evvel, narkotik bir burjuva grubunun hiç yenemeyen yemeklerinin
tekrarlara dayalı yaşamı ya da ölümü. Hadi bakalım blöfçüler şimdi tüm dünyaya yayılın ve ele geçirin...

4/14/2008

Pis Kaka Bok

Herşey zıvanadan çıkarken kimse aldırış etmedi değil mi Bateman? Aynen buddy. Boşver ya herşey bombok olsa da iyi ki müzik var.

Pete & Jack 1

2. dünya savaşı her ne kadar filmlerden çok şık bir savaşmış gibi gözükse de aslında zaten tümü boktan olan savaşların en boktanlarından biriydi. Her ne kadar savaşın pasifikten atlantiğe avrupadan afrikaya kadar pek çok cephede insanlar birbirilerini ne için olduğunu tam olarak da bilmeden keserlerken iki ülke özellikle öne çıkıyordu. İngiltere ve Almanya. Naziler ve bizim çocuklar. Almanlar Darth Vader , İngilizler Obi van Kenobi gibiydi. Yıllar sonra George Lucas, Star Wars evrenini yaratırken ikinci dünya savaşının etinden sütünden ve özellikle de popüler kültürdeki tüm mitlerinden yararlanmıştı (Storm Troopers vs. SS). Neyse konumuz bu değil zaten. Konumuz bundan bir on yıl kadar sonrası. Ama zamanda on yıl ileri gitmeden ikinci dünya savaşını iyice sonuçlandıralım. Sonuçta ne oldu? Almanlar yenildi. Japonlar ve İtalyanlar'da yenildi ama esas Almanlar yenildi. Her ne kadar kafalarına atom bombası yemedilerse de ülkeleri işgal edildi, şehirlerinde bir tek sağlam bina kalmadı ve zamanın durduğu anı yaşadılar. Hak ettiler mi? Yani Hitler'i başlarında tutarak belki de aman neyse bu da konumuz değil. Anlaştık ama değil mi Almanlar yenildi. Diğer tarafta ne oldu? İngilizler kazandı. Almanlardan sonra Avrupa'da en çok hayatı sikilen ülke de İngiltere olmuştur herhalde. Sir W.C ve ülkesi katıldıkları ikinci dünya savaşını da kazandılar. Adalarını korumuşlardı. Ama savaşın esas kazanını uzaklardan bir yerlerden gelen bir kıtanın yarısına konuşlanmış Amerika Birleşik Devletleri olmuştu. Yani savaşın katılımcısı bile değillerdi ta ki Japonlara kızana dek. O zamana kadar kültürel olarak ancak kötü bir Avrupa taklidi olmuşlardı, dünya üzerinde kendi tarihleri olmayan ama kendilerine yavaş yavaş tarih yazmaya başlayan abaza bir ergen gibiydiler. İşte ikinci dünya savaşı onlara tarihsel olarak geçerli bir gurur sundu. Uzaklardan geldiler ve sadece Alman'ları değil aynı Japon'ları ve İtalyan'ları da yendiler. Avrupa'yı kültürel olarak işgal etmeye başladılar. Coca Cola, Jazz, Blues, Blue Jeans and Blue Suede Shoes. British Invasion'dan önce hakiki bir American Invasion olduğunu pop müzik tarihi yazmaktadır ama bu isimle değil, Rock'n Roll adı altında ve bu çok daha uzun soluklu ve hala daha süren etkili bir işgaldi.



Şimdi on sene sonrasına geçebiliriz. İngiltere sadece futbolun değil aynı zamanda sanayi devriminin de beşiği olduğu için sınıf çatışması bol bir ülkeydi. -Di diyorum taa ki orospu Margaret'a kadar. Bu da bu dönemden yaklaşık on ya da on beş sene sonrasının konusu (biri punk dedi sanırım?). Her ne kadar bir Hindistan olmasa da kast sistemine yakın keskin bir ayrımcılık vardı ya da -dı demeyelim elbette hala var ama insanların mavi ve beyaz yaka olarak ayrıldıkları günümüzden yaklaşık 40 sene öncesinden bahsediyoruz. Kömürün hala önemli bir enerji kaynağı olduğu, terli erkeklerin fabrikalarda çalıştığı ve Asya kaplanlarının henüz çimenlerde kendi çüklerini yaladıkları bir dönemden yani fabrikaların batı'da olduğu bir zamandan. Şimdi Selim Naşit'in dediği gibi "bir de gözlerini kapatarak" canlandırın; babanız ya da ailenizden birileri İkinci Dünya savaşında kafasına bomba düşerek ya da cephede ne için olduğunu bilmeden (bkz: özgürlük) ölmüş ya da sakat kalmış, siz çocukluğunuzu siren sesleri ve açlıkla geçirmişsiniz, tarih kitapları birkaç on sene öncesine kadar koskoca bir imparatorluk olduğunuzu yazıyor, son otuz sene içinde en büyüğünden iki dünya savaşında tam on sene harcamış bir ceddin ahvalisiniz, Nazileri (ki dünya üzerindeki tüm kötülüklerin bir şekilde yek vücudda toplanmış hali) yenmişsiniz ama tüm ekonominiz çökmüş, işsizlik ve sefalet içindesiniz, bir şekilde kendinizi toplamaya çalışıyorsunuz ama çok da yorgunsunuz ve hepsine ek olarak nüfus olarak da ciddi bir şekilde azalmışsınız. Tony Wilson'ın pop müzik için verdiği birinin içinden geçen paraboller örneği tam da bu noktada işimize yarayabilir sanırım. İşte size popüler kültürün bir daha asla eskisi gibi olmayacağına dair sağlam bir temel. Bir şeyler değişecek ve bunu da savaşa gitmemiş ama savaş anılarıyla büyümüş, savaş sonrası inceden Mad Max ortamını teneffüs ederek büyümüş, zafer kazanmış babalarının uyumsuz oğulları gerçekleştirecekti.

The Beatles, The Rolling Stones, The Kinks ve The Who. Her ne kadar aralarına Herman'ın Hermitlerinden, Hayvanlara, Troglardan, Zombilere kadar envai çeşit yarı otomatik silah eklenebilse de mahşerin dört atlısı bunlardı.



Bunların hepsini biliyoruz zaten kes martavalı ukala diyorsanız ki demek de haklısınız özellikle the beatles antolojileri ile başlayan yeni binyılda brit pazarına fazlasıyla nur yağdı ve bu "big four" hak ettikleri saygıyı tekrar tekrar kazandılar ama başlıkta da biraz çaktırmaya çalıştığım tuhaf milliyetçi duruş nedense herkes tarafından kabul edildi. Yani bahsettiğim national front, hooligan bir milliyetçilik değil ama şu var ki union jack'i bir tür popüler kültür ikonu haline getiren bir vatanpervetlik.



Şimdi geldiğim noktada bunu yazmaktan gerçekten hem sıkıldım hem de yoruldum. Save edip bir köşeye de atmak istemiyorum. Tek yapabileceğim şey başlığa bir "1" eklemek. Kısa sürede bunun devamını yazıp sanal mastürbasyonumu bitirebilmek. Hayırlı bayramlar, küçüklerin gözlerinden büyüklerin kulaklarından öperim.

4/01/2008

Beast

Taş gibi bir adamım ben. Kendime hakim olmasını bilirim. Yılların deneyimi, yeteneğimin takdir edilmesi, bütün geleceğim risk altındaydı; yine de hiç belli etmedim.
"Ben bir hayvan sanatçısıyım." dedim
"Ne yaparsın yani?" diye sordu müdür.
"Kuş sesi çıkarırım."
"Üzgünüm, ama bunun modası çoktan geçti!.." dedi eliyle işaret ederek.
"Modası mı geçti? Nasıl olur? Bir kumrunun ötüşünün ; serçenin, bıldırcının, bülbülün şakıyışının, martının çığlığının; tarlakuşunun ezgileri?.."
"Banal," dedi müdür dudak bükerek.
Bu beni çok yaraladı ama hissettirmedim.
"Peki o zaman" dedim nazikçe. Arkamı döndüm, açık pencereden uçup gittim.
.....................................................................................

Sonraları kuşun teki kendine kafes aramaya çıkmış ama bu başka bir hikaye...


Vincent Vincent and the Villains - Beast.mp3